Şaziye Ablanın ‘Hayat’ını Hatırlamak
![]() |
Baran Herdem |
Ölümcül
bir hastalığa karşı topyekûn savunma mekanizması kurabilmek adına alınan
kurumsal tedbirler ve bireysel önlemler, toplumsal eyleyicilerin yaşam
biçimlerinde devrimsel nitelikte değişimlere neden olmuştur. Krizler, toplumlar
üzerindeki öğreticilik gücünü bu ani patlama durumlarında ortaya çıkarmaktadır.
Eyleyicinin, kendisinin ve diğer eyleyicilerin yer aldığı ve Bourdieu’nün ‘alan’
olarak kavramsallaştırdığı toplumsal yaşam içerisinde sürdürülen ‘oyun’ üzerine
yeniden düşünmesine yol açmaktadır.
Yaşanan çetrefilli süreç, üretim pratiklerinden tüketim pratiklerine, sosyal
ilişkilerden sınıfsal eşitsizliğe kadar toplumsal ilişki ağlarının her bir
hücresine sirayet etmiştir. Salgının toplumsal alana ne şekilde yansıdığıyla
ilgili düşünülmesi gereken birçok konu söz konusudur. Mevcut yazının ilgi odağı
da salgının toplumsallığı üzerine yeniden düşünmenin gerektiği durumlardan bir
tanesi olan sosyal ve fiziksel mesafenin sınırlandırılabilmesi adına alınan
tedbirler kapsamında ve özellikle zorunlu sokağa çıkma yasaklarında daha ağır
hissedilen bir konut sunum biçimi[1] olarak apartman tarzı mekânların
yapısal özellikleridir.
Sokağa
çıkmanın sınırlandırılması hane üye ve üyelerinin ev içerisinde normalden daha
fazla vakit geçirme zorunluluğunu ortaya çıkarmıştır. Yerel ve küresel
izlenimler göstermiştir ki salgın sürecinde, kentsel yaşamın önemli tüketim pratiği olarak
görülen üst üste istiflenmiş beton yığınlarının kamusal alanla olan bağlantısı
balkon ve pencereler üzerinden gerçekleşmektir. Hane üyesinin/üyelerinin nefes
alabildiği, ev içerisindeki hâkim havadan bir nebze de olsa sıyrılabilmenin
yanı sıra konserler, kutlanan milli bayramlar, destek gösterileri ile kamusal
olarak görünür olabilmenin bir aracı olarak özellikle balkon kullanımı bu
süreçte ivme kazanmıştır. Deneyimlemeye
devam ettiğimiz Covid-19’lu yaşam pratiğinde özellikle balkonun kamusallığa
olan katkısının ivme kazanması, dikey yapılaşma üzerinde bir kere daha
eleştirel düşünmeyi gerektirmektedir. Tam da bu noktada, çocukluğumun geçtiği müstakil
konut mekânlarının olduğu mahallede komşumuz olan ve topumuz evinin avlusuna
düştüğünde ‘gidin, hayattan alın’ diyen Şaziye ablanın avluya bahşettiği o
anlamlı kavramı yeniden düşünme fırsatı buldum. Apartman tarzı konut mekânları,
merkezi ısıtma sistemleri, temizliğin daha pratik olması, kentsel bir yaşam
formunu yansıtması nedeniyle toplumsal bir statü göstergesi olarak algılanması
gibi birçok fonksiyonel özellikleriyle ön plana çıkmaktadır fakat apartman tarzı
mekânlar mimari özelliklerinden dolayı avludan yoksun mekânlardır. Şaziye
ablanın avlu için kullandığı kavramdan yola çıkacak olursak apartman mekânları
hayatsız kalmıştır. Kamusal alanla olan ilişkiselliği belirli mesafede tutma
adına evde kalma pratiği, sokağa açılan
kapının unutulmaya mahkûm olmasıyla birlikte belirli bir metrekare içerisinde
dönüp duran hane üyelerinin varsa balkondan yoksa da maksimum derecede pencerelerden
yararlanma çabası apartman konut mekânın yapısı üzerinde büyük bir açmazı
belirgin kılmıştır.
Yaşam
mekânını tercih ederken konfora olan düşkünlüğümüz doğal yaşamla olan bağımızı
sınırlandırmıştır. Mimariyi etkisi altına modernite birim alandan en iyi
şekilde faydalanmak adına ön plana çıkardığı dikey yapılaşmanın bir örneğini
teşkil eden apartman tarzı konut mekânları, geleneksel müstakil konut mekânlarının
sahip olduğu avlu, bahçe gibi fonksiyonları yok etmiştir. Covid-19 salgının
yaratmış olduğu kriz, konut mekânı üretiminde yaşanan değiş tokuşun, insan
yaşamının doğallığını nasıl zedelediği bir barkevizyon gösterisi olarak
önümüzde durmaktadır. Mekânın Üretimi’nde kentsel mekâna dair düşünmenin
uzmanlaşmanın kibrine hapsedilmemesi gerektiği ödevini veren Lefebvre’den hareketle
salgının yarattığı krizden dikey yapılaşmanın payına düşen tarafıyla
ilgilenmede sosyologların, mimarların, plancıların, mühendislerin… özetle
kentsel mekana dair düşüncesi olan her meslek grubunun dirsek temasına ihtiyaç
doğmaktadır. Disiplinler arası dirsek temasının sorunsal kümesinin en önemli maddesi
ise kapitalist üretim sisteminin sınırsız sermaye birikim istemidir. Piyasanın
daha çok kar elde etme mantığı, konutun insani yaşam değerinden ziyade piyasadaki
ederinin maksimumunu hedeflemektedir. Haliyle dikey yapılaşma üretim
maliyetleri nedeniyle yatay yapılaşmaya oranla daha cazip konum elde etmiştir.
Bu nedenle disiplinlerin önünde kentsel yaşamın kritik olgularından bir tanesi
olan demografi gerçekliği gözden kaçırılmadan geleneksel konut mekân yapısının
doğal yaşamla olan bağlantısını sağlayan değerlerin yeniden yaşatılabilmesi
sorunsalı çözümler üretmemizi bekliyor. Pandemi, bizlere, daha fazla kar elde
edemediğinde solunum sıkıntısı çeken kapitalist sistem ile bir kez daha yüz
yüze getirmiş ve bu sistemin sınır tanımaz devingenliğine irade gösterme
fırsatı sunmuş durumdadır. İrade gösterme, yapı-eylem ilişkiselliği bağlamında,
tüketicilerin konut mekânından talep ve beklentilerini yeniden gözden
geçirmekle doğrudan bağlantı içerisindedir. Sözün sonunu Mahatma Gandhi’nin şu
sözleriyle tamamlamak anlamlı olacaktır: “Dünya
herkesin ihtiyacını karşılayacak kadar zengindir, hırsını karşılayacak kadar
değil.”
Hiç yorum yok
Merhabalar