Bir Kır Sosyolojisi Başyapıtı: “Kibar Feyzo”



Filmin yönetmeliğini, köy yaşamını anlatan ve toplumsal içerikli filmlerde başarı sağlayan Atıf YILMAZ’IN üstlendiği, senaryosunu 1970’lerde yükselen köylü sol hareketin sinemamızdaki taşlama örneklerini en yalın ve anlaşılır bir şekilde kaleminden damıttırılarak İhsan YÜCE’NİN yazdığı, yapımcılığı ise Türkiye sinema tarihine birçok başyapıtın kazanmasına vesile olan Ertem EĞİLMEZ ile Arzu Film şirketini kuran Nahit ATAMAN’A aittir.

İbrahim Atabay

“Bu düzen kazan karası
Ağalık Allah belası
İkisini birden alası
Kızlar bize kalası."

Tarihsel süreç içerisinde önemli teknolojik ilerleme ile yaşadığı dönüşümler sinemayı son olarak bir kültür endüstrisi haline getirmiştir. Filmler, salt birer eğlence aracı olarak toplum zihninde yer alsa da içerik olarak yelpazesi çok geniş ve ufuk açıcı olabilmektedir. “Bir film asla “yalnızca bir film” ya da bizi eğlendirmeyi ve dolayısıyla dikkatimizi dağıtarak bizi asıl sorunlardan ve toplumsal gerçekliğimiz içindeki mücadelemizden uzaklaştırmayı amaçlayan hafif bir kurgu değildir.”[1] Bu minvalde sinema içerisinde; siyasal, toplumsal, sosyolojik ve tarihsel olgular barındırmasıyla insanı geçmiş - şu an - gelecek güzergâhında yolculuğa çıkarabilmektedir.

Türkiye sinema tarihinin önemli yapı taşları arasına girebilecek olan ‘Kibar Feyzo’ filmi ülkenin belirli bir coğrafi alanında hegemonyasına sürdüren ‘Ağalık’ rejimini izleyicisine aktarmaya çalışmıştır. Filmin yayınlanma tarihi, ülkenin siyasal atmosferinin en karanlık dönemine doğru ilerlediği süreçte yayınlanması filmin önemini artırdığı söylenebilir. Nitekim 1980 askeri darbe sonrası film, bölgenin sosyo-ekonomik yapısını görünür kılma amacı taşıması nedeniyle içerisinde bulunulan kaos ortamında yasaklanmıştır. Peki, filmin içeriği bize neler aktarmaktadır? 

‘Kibar Feyzo’ filmi, ülkemizin Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinin toplumsal yapısının sanatsal gösterimini yansıtması bakımından son derece önemlidir.  Türkiye’de kökleri Osmanlı dönemine dayanan kırsal bölge yaşamını oturduğum koltuktan geri vites yaparak holistik bir perspektifle analiz etmeye çalışacağım.

İlköğretim yıllarından itibaren tarih derslerinde işletilen Osmanlı tarihi konusu içerisinde Kültür-Medeniyet başlığı altında bulunan askeri, ekonomik ve toplumsal örgütlenme tarzı olan Tımar sistemi, Osmanlı hükümdarlığı altında bulunan bütün coğrafyada hâkim üretim tarzı olduğu vurgusu öğrencilerin zihninde çakılan çivi gibi kalır. Fakat eğitim müfredatı üstten tarihçi anlayışla oluşturulduğu için yaratılan bu algı toplumsal gerçekliğimizle bir tezatlık oluşturmaktadır. Nitekim Oyan’ın aktardıklarına göre “Barkan, ‘bilhassa doğu Anadolu sancakları’ derken, ‘yurtluk ve ocaklık’ ları kastetmektedir. Bunlar 16. Yüzyıl başlarında itibaren Osmanlı’nın tam egemenliğine geçmiş bulunan Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yerel beylere bırakılan ve askeri yükümlülüklere bağlı olmaları bakımından az çok mülk tımarlara benzeyen özel alanlardı.  Doğu Anadolu’daki bu Kürt beylerinin topraklarının öyle kolay kolay ellerinden alınamadığını belirtmemiz gerekir. İhanet durumlarında bile, mülkiyetleri çocuklarına geçerdi; hatta çocukları yoksa yasal mirasçılarına intikal ederdi”[2]

 Patrimonyal mülkiyet biçiminin hâkim olduğu Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde, Ortaçağ Avrupa’sının toplumsal sistemi olan feodalizm ile benzerlikleri bulunmaktaydı. Avrupa coğrafyasında serfler, senyörün ve malikânenin temel beslenme ihtiyaçları doğrultusunda tarımsal üretim yapmaktaydı. Osmanlı döneminde Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde yürürlükte olan toplumsal formasyonda ise köylüler “Ağa” nın istekleri ve ihtiyaçları doğrultusunda tarımsal üretimini gerçekleştirmekteydi. Her iki coğrafyada da eğer köylü yükümlülüklerini yerine getirmezse, ‘Senyör ve Ağa’  toprak parçasını geri alma hakkına sahipti. Haliyle köylü yaşamını idame ettirebilmek için mevcut toplumsal hiyerarşiye uymak durumunda kalıyordu. Bazı esnek durumlar farklılık yaratsa dahi, “bazı yumuşatıcı koşullara bağlı olarak reayanın kişisel bağımlılığı daha esnek tutulmuş olsa dahi, bu köylü ortaçağ batı feodalitesinin serfinkine benzer biçimde toprağa bağımlıydı.”[3]

Türkiye Cumhuriyeti, II. Dünya Savaşı yılları sonrası gerçekleştirmiş olduğu Çiftçiyi Topraklandırma Reformu, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinin yerel güç odakları ile merkezi iktidarın ittifakı sonucu fiili olarak uygulanamamış ve mevcut toplumsal yapı uzun yıllar devam etmiştir. Aynı zamanda filmin bir sahnesinde de izlenildiği gibi ağa ve devlet yetkilisinin arasında geçen diyalog, kırsal yaşamda ağanın devlet – toplum arasında aracı konumunda bulunduğunun göstergesidir.  Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren toplumsal, siyasal ve sosyal alanda uygulanmaya çalışılan modernleşme politikaları halk arasında yeterince yaygınlaşmamış ve böylece bağımlılıklar devam ederek “yerel eşraf, merkezdeki devlet-parti elitleri ile çevrenin halkı arasında bağ kuran temel aktör olarak öne çıkmaya başlamıştır. Yerel nüfuz sahipleri ( eşraf, aşiret liderleri, şeyhler, toprak ağaları) böylece yerelde merkezi, merkezde ise yerel halkı temsil eden aracı bir konum edinir.”[4]  Toplumsal yaşantıda değişim ve dönüşümler çok ağır ve yavaş seyretmesine neden olmuştur.

Buraya kadar aktarmaya çalıştığım, hem Osmanlı hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları içerisinde yer alan Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde fiili mülkiyet biçiminin oluşturduğu toplumsal ilişkiler ağının bir özeti sayılabilir. Satırların buradan sonraki kısmını filmin aktarmaya çalıştığı toplumsal gerçekliğe ayıracağım.

Filmin ilk sahnesi Feyzo karakterinin mahkeme salonunda hâkim karşısında kendini savunmak için söylediği “Fukaralıktır her bir şeyin başı” sözü aslında köy hayatında iktisadi yaşamın zorlukları karşısında direnmeye çalışan köylü insanının toplumsal sınıflar arası ilişkiler ağına gedik açan eylemlerinin başat nedenini ortaya koymaktadır. Filmin devamında askerlikten yeni dönen Feyzo karakteri ayağının tozuyla ilk olarak köyün ağası olan Maho ağanın yanında soluğu alarak evlenmek istediğini belirtir ve bunun için ağadan izin istemektedir. İlerleyen dakikalarda Feyzo, Gülo’nun babasına istenilen başlık parasını verir fakat baba mülkiyeti ve yeterli sermayesi olmayan feyzo’dan kefil olarak Ağa’nın mührünü ister. Bu sahneler kırsalda yaşayan toplumun kültürel olarak kendini yeniden üretmesini olanak sağlayan aile kurumunun, köy hayatında hangi sınıf ve statüye sahip kişinin sorumluluğu ve denetimi altında bulunduğunu ve bu şekilde köyde aile kurumunu dizayn etme işlevinin köyün ağası tarafından gerçekleştiğini izleyicisine aktarmaktadır.  Kısaca belirtmek gerekirse devlet toplumu nasıl ki devletin ideolojik aygıtları aracılığıyla şekillendirme çabası içerisindedir, Ağa’ da köy de kendi ontolojisini koruyup sürdürecek ideolojik yükümlülükleri köylüye yükleyerek köy hayatında hükümranlığını sürdürmeye çalışmaktadır.

Filmin ilk çeyreğinde Feyzo hakim karşısında köy yaşamında iktisadi olanakların köylü aleyhine olduğunu belirtir. Köy yaşamında erkek, kız almak için başlık parası vermek durumundadır fakat Feyzo’nun annesi öküz alma derdindedir. Üstelik kendi toprağını değil de ağanın toprağını işleterek elde edilecek mahsulün 4/3’nün ağaya teslim etmesi gerektiğine rağmen şiddetle Feyzonun vereceği başlık parasına karşı çıkma davranışı, köylünün yaşamanı devam ettirebilmesinin ön koşulunun iktisadi yükümlülüklerini yerine getirmesi gerektiğini aktaran eylem biçimidir.

Başlık parasını, sadece kızların bir meta olarak alınıp- satılabilen nesne gibi algılanması mevzusuna indirgemek sorunu dar bakış açısıyla değerlendirmemize neden olacaktır.  Sorun çok daha çetrefilli ve karmaşık ilişkiler ile yapısal kökleri bulunan kültürel kodlardan kaynaklanmaktadır. Köy yaşamında bir baba kızını evden gönderirken aynı zamanda oğlu için eve getireceği gelinin başlık parasını ödemek zorundaydı. Bur durum tarihsel süreç içerisinde sürekli olarak bireyler ve topluluk tarafından kendini yeniden üreten kültürel kodların kalıcılığını sağlamıştır. Bu sorunun diyalog yöntemiyle çözülemeyeceğini şehirde çalışırken farkına varan Feyzo köye döndükten sonra düzeni karşıtı toplumsal hareketi yaratması son derece önemli olması kadar belki de senaristin film aracılığıyla başlık parası sorununu yaşayan insanların ne yapması gerektiği hakkında bir fikir beyan etmesiydi.
            
Kırsal toplumda bireyim aile kurumu kurmasında ki son aşama davullu zurnalı düğün yaparak kültürel faaliyeti tamamlamasıdır. Feyzo yaptığı düğünde halay çekerken düğün alanına köyün Ağası gelir ve Feyzo’nun taktığı fötr şapkanın kendisinin taktığı şapkadan daha yeni olduğu gördükten sonra öfkelenerek Feyzo’nun köyden kovar. İzleyici açısından basit bir sahne olarak değerlendirilebilir fakat asıl önemli olan o sahnede Ağa’nın köyde kendisine özenen köylüyü cezalandırmak ve hangi alanda olursa olsun kendi varlığını tehlikeye atabilecek mevcut hegemonyayı parçalayıcı ‘yenilikler’ içeren kültürel faaliyetleri ortadan kaldırmaktır.  
           
Şehirde başlık parası taksitini tamamlamak için çalışan Feyzo, 6 ay sonunda köye geri döner fakat parası eksik olduğu için Gülo’nun babası kızını geri alır ve Feyzo’ya parayı tamamlamak için bir gün süre tanır. Feyzo taksit parasını tamamlayabilmek için köyde ‘umumi abdesthane’  kurar. Bu durumla karşılaşan Ağa, köylünün iktisadi bağımsızlığını kazanabileceği işletme mekânları kurulması fikrine öfkelenip ve işletmeyi ortadan kaldırması aslında mevcut düzenin devamını sağlamak istemesinin işaretidir.  Ardından feyzo tekrar köyden kovulur. Şehre doğru yola çıkarken Feyzo’nun dilinden dökülen sözler köy hayatında hükümranlığını sürdüren Ağanın,  çağdaş yaşama fikirsel ve eylemsel düzeyde çok uzak olduğunu eleştirilerek, bizlere kırsal toplumun içe kapanık ve sosyal statik olduğunu aktarmaktadır. Ayrıca köyde toplumsal hareket oluşturma fikri bu yolculukta zihninden oluşur, aynı zamanda başkaldırmanın köy hayatında neden yaşanmadığını hâkim karşısında şu sözlereler dile getirmektedir; ‘Biz maraba doğmuşık hakim beyim hakkımızı aramayı unutmuşık;’

Köyde eylemleri ile yaptığı yeniliklerden sonra şehre sürgüne gönderilen feyzo II. şehir sürgününde çalışma hayatının sadece bir tek şantiyede inşaatlarda çalıştığı gösterilmesi, Türkiye’nin sanayi hamlesi ile eşgüdümlü olarak büyükşehirlerde inşaat sektörünün canlılık kazandığının tezahürü olarak değerlendirilebilir.  Feyzo karakteri yine şehirde başlık parası taksitini biriktirememiş köye döndükten sonra anasının tarlasını sürmek için kullandığı öküzü satarak parayı tamamlar. Burada asıl mevzu bölge insanının tarımsal üretim esnasında paleoteknik ekipmanlarını kullanmaya devam ettiği, II. Tarım devrimiyle kullanılmaya başlanan neoteknik ekipmanların henüz bölgede yaygınlaştırılmadığı gösterilmektedir.  Aynı sahnede merkezi iktidarın göndermiş olduğu görevli köye ziyaret etmekte ve Ağa’dan bilgi aldığı görülmektedir. Bu sahne, Türkiye’nin Cumhuriyet sonrası bölgenin toplumsal dengesine sarsma çekingenliğinden dolayı yerel güçle ile kurduğu ittifakları sinema aracılığıyla izleyicisine aktarmakta ve Feyzo ile devlet yetkilisi arasında geçen diyalogda merkezi iktidarın bölgenin toplumsal yaşamı hakkında ne kadar az bilgi sahibi olduğu gerçeğine ayna tutmaktadır. Bu diyalog sonrası feyzo falakaya yatırılarak cezalandırılır ve senarist göstergebilim anlayışı doğrultusunda Ağa’nın konuşma metnine ‘ula şurda 141, 142 başsınız’ cümlesiyle bilinçaltına vermek istediği mesaj, soğuk savaş döneminde TCK’da yer alan 141. ve 142. maddelerinin hangi toplumsal koşullarda yürürlüğe girerek mevcut düzeni korumayı sağladığıdır. Ağa köyde sosyal statü ve tahakkümünü tehdit eden unsurların oluşumu durumunda köyü satacağını belirterek köy insanının zihnine korku fidanları ekmeye çalışmıştır. Şüphesiz kırsal toplumu çevreleyen korku duvarları inşa etmek; beraberinde daha fazla toplumsal ilişkilerin kılcal damarlarına yayılan otoriter tutumu, toplumsal yaşamın asıl belirleyici unsuru olan ekonominin, köy yaşamında Ağa’nın iki dudağı arasında bulunmasını artırmıştır. Filmin keyif veren sahneleri bu korku iklimini gedik açacak olan Feyzo karakterinin III. Şehir sürgününde deneyimlediği ve gözlemlediği olguları köye taşımak için çaba sarf etmesidir.

Feyzo III. Sürgününde ilk defa çalıştığı şehrin adını vermekte ve filmin yansıtmak istediği ‘zaman’ dilimini izleyicisini aktarmaktadır. Feyzo’nun şehir hayatının çalışma koşullarında gözlemlediği sendika isçilerinin grevi, hane halklarının duvarlarında yazılan yazılar, yeni öğrendiği ‘faşizm’ kavramını köydeki Ağayla özdeşleştirmesi gibi sahneler Türkiye’nin 1960-1980 arası toplumsal, siyasal ve ekonomi atmosferinin özeti diyebileceğimiz içerikler barındırmasıyla izleyicisine dönemin konjonktürünü yansıtmaya çalışmaktadır. Nitekim Türkiye’ de 1960-1980 dönemi arasında işçi sınıfının durumu şöyle açıklanmaktadır; “1960-1971 döneminde kapitalizmin gelişmesine paralel olarak Türkiye işçi sınıfı nicel olarak büyüdü. Örgütlenme oranında ciddi artışlar gözlendi. İşçiler, seslerin hem devlete hem de topluma duyurmada etkili bir sınıf haline geldiler.”[5]

Şehirde işçi sınıfı örgütlenme yöntemini gözlemleyen Feyzo köye geri dönerek, yapı – fail ikileminde öznenin tutsak olmadığını köydekilerine yavaş yavaş yaymaya çalışmaktadır. Feyzo’nun ilk olarak Gülo’ya ve evlenmeyi bekleyen kayınbiraderine başlık parasının kanunen yasak olduğunu söylemesi, Cumhuriyetin kurulduktan sonra 1926’da kabul edilen Türk Medeni Kanunu’nun bölge toplumunun içinde yaygınlaştırılamadığına dair en iyi örnektir.  Köyde çıkacak olan grev eyleminin istekleri başlık parasının kaldırılması etrafında şekillenecektir. İlk grev denemesi başarısızlıkla sonuçlanır ve Feyzo’nun her şehir dönüşü köyde yaptığı yenilikleri gören Ağa bu defa ceza olarak Feyzo’yu şehir sürgününe göndermez.

Ağa’nın mülkiyeti altında ücretsiz çalışırken, Feyzo şehirde işçi sendikalarının örgütlenme yöntemini hatırlar ve ağanın çalışma izni vermediği Çukurova’ya giderek çalışmak isteyen köylüyü birlik ve beraberlik ilkesi etrafında bir araya getirip düzen değiştirmeye dönük yürüyüşü gerçekleştirir. Son sahnede Ağa, Feyzo tarafından öldürülür ve köylünün sevinç çığlıkları yükselir.

Sözlerimi, sivil Anayasası olmayan fakat ortada toplumsal mutabakatla oluşturulmuş devletin mensubu olan bireylerine yani bizlere, Feyzo’nun hâkim beye sorduğu soru ile tamamlamak istiyorum. Bu soruya uyumadan önce başımızı yastığa koyduğumuz esnada vereceğimiz cevap; vicdani, ahlaki, politik ve adalet tutumumuzu yansıtmalıdır.

“Maho ağa ölmüştir. O ölmüştir başka ağa gelmiştir köyümüzün başına. Haber almışım herkes Maho ağayı arar olmuştır. Bu işin sonu neye varır ben bilmirim. Sen devletsin sen bilirsin. Gayri hükmü sen ver kurban,

SUÇ KİMDE ???







[1] Bülent Diken&Carsten B. Laustsen, Filmlerle Sosyoloji, Metis Yayınları S.15
[2]  Akt: Oğuz Oyan, Feodalizmden Kapitalizme, Osmanlı’dan Türkiye’ye, Yordam Kitap, S.112
[3]   Akt: Oğuz Oyan, Feodalizmden Kapitalizme, Osmanlı’dan Türkiye’ye, Yordam Kitap, S.65
[4] Der. Faruk Alpkaya & Bülwnt Duru, 1920’den Günümüze Türkiye’de Toplumsal Yapı ve Değişim, Phoenix Yayınevi, S.76
[5] Gökhan Atılgan, Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’de Siyasal Hayat, Yordam Kitap, S.535


Hiç yorum yok

Merhabalar

Blogger tarafından desteklenmektedir.