Modernizm ve Modernite Kavramları Üzerine







Modernizm
Modernizm olgusunun ne zaman başladığı üzerine kesin bir söylem olmamasına rağmen genel olarak Avrupa’da ortaya çıktığı, 17. Yüzyıl felsefesi (modern felsefe) ile birlikte şekil aldığı ve toplumsal, ekonomik, siyasal vs. birçok alanda etkisini gösterdiği bilinmektedir. Modern felsefenin kurucuları olan Francis Bacon ve Rene Descartes artık dünyaya ve insana yeni bir bakış açısıyla yaklaşmamız gerektiğini söylemiş ve insan aklını temel alarak hayata devam etmemiz fikrini bildirmişlerdir. Böylelikle 17. Yüzyılda insan aklına olan güven ile başlayan aydınlanma felsefesi modernizm akımının temelini oluşturmuş ve bu olguyu beslemiştir. Aydınlanma felsefesine göre yaratıcı ve özgür olan insan tarihin tek öznesi konumunda olmalıdır. Öyle ki metafizik, teoloji ve dini inançların bertaraf edilip adeta ortaçağ felsefesinin ana fikrine karşı bir savaş olarak ortaya çıkan aydınlanma felsefesi özellikle rasyonalizm düşüncesi ile hayatı tüm yönüyle etkisi altına almıştır. Modern çağın diğer önemli yanı doğaya insan veya özne tarafından hâkim olma durumudur. Bu çağda doğayı ancak insan aklı ile yeneriz ve değiştirebiliriz görüşü hâkimdir. Keza bu görüş büyük bir yankı uyandırmış ve ortaçağın tanrı her şeyin başıdır düşüncesini yerle bir etmiştir. Dönemin kurucularından F. Bacon geçmişin tüm otoritelerine, tüm bilgisine karşı çıkmış ve geleneği insan zihninde sildirip yeni bir bilginin inşa edilmesi gerektiğini söylemiştir. Descartes ise Kartezyen felsefe ile şüphecilik ve matematik bilimini birleştirmiş böylelikle modern felsefeyi bu felsefe üzerine kurmayı hedeflemiştir. Ona göre insanı doğanın kesin bilgisine taşıyacak şey kesinlikle bilim ve akıldır. Dolayısıyla dini ve geleneksel hâkimiyeti reddeden Descartes bilim yoluyla ilerleme, sağlam bir bilgiye, kesin ilkelere, nesnel veya mekanik doğa algısına ulaşabileceğimizi söylemiştir. Aydınlanma üzerine düşünen bir diğer düşünür olan Immanuel Kant ise aydınlanma nedir? Adlı makalesinde aydınlanmayı ‘Sapare Aude!’ olduğunu söyler. Buna göre aydınlanma aklını kullanma cesareti göstermek veya bilmeye cüret etmektir. Immanuel kant insanın kendi aklını başka birinin veya bir kurumun, dinin, geleneğin kılavuzluğuna bırakmaması gerektiğini ve insanın her zaman her yerde aklını özgür bir şekilde kullanma cesaretine sahip olması gerektiğini söyler.  Ancak bu şekilde insan ergin olmama durumundan kurtulabilir der.  Bu düşünürlerden yola çıkacak olursak modernizm, insanı hâkimiyeti altına alan ve yöneten geleneksel/dini toplum bağlarından sıyrılıp kendi aklı ve düşüncesiyle doğayı ve dünyayı yönetebilecek seviyeye gelme durumudur.
Her ne kadar modernizm ile modernite kavramları birbirine yakın kavramlar olsa da iki kavram birbirinden farklı anlamlara gelmektedir. Yukarıda modernizm kavramının 17. Yüzyıl aydınlanma felsefesi ile birlikte insan aklının ve rasyonalitenin temel alınmasıyla ortaya çıktığını anlatmaya çalıştık. Modernite kavramı ise  ‘’M.S 5. Yüzyılda Hristiyanlığı resmen kabul eden Roma’nın yeni durumunu, eski Pagan döneminden ayırmak için kullanılan ve köken olarak Latince olan ‘Modernus’dan gelmektedir.’’ (Baran, 2013, s. 59). Bundan dolayı modernite kelimesi anlam olarak geçmişten kopuş, büyük ve köklü değişim anlamlarına gelmektedir. Dolayısıyla modern kelimesi ilk ortaya çıktığı andan itibaren bir dönemden kopup başka bir dönemin başlangıcını ifade etmektedir. Modern kelimesi Avrupa’da ilk defa Alman filozof Hegel tarafından kullanılmıştır. Hegel yenidünyayı ortaçağ dünyasından ayırmak için bu kavramı kullanmıştır. Modernite çok boyutlu bir olgudur. Öyle ki moderniteyi toplumsal bağlamda ele alan Emile Durkheim, toplumu organik ve mekanik[1] dayanışma olarak ele alırken, Karl Marx moderniteyi kapitalizm perspektifinde incelemektedir. Dolayısıyla farklı düşünürler tarafından modernite ve modernlik üzerine çeşitli yorumlar yapılmıştır. Sosyal bilimci Anthony Giddens’a göre modernlik; ‘’17. Yüzyılda Batı Avrupa’da başlayıp, zamanla bütün dünyaya yayılan, yaşantı ve örgütlenme de ortaya çıkan yeni bir durumdur.’’ (Giddens, 2010, s. 9).
‘’Baudelaire’ye göre ‘’modernite, anlık olandır, geçip gidendir, olumsal olandır; sanatın yarısıdır; öteki yarısı ise, sonsuz olandır, değişmeyendi. …Berman; Bugün dünyanın her yanında insanların paylaştığı bir yaşamsal deneyim tarzı -mekan ve zamanın yaşanışı, benliğin ve başkalarının yaşanışı, hayatın olanaklarının ve tehlikelerinin yaşanışı- vardır. Bu deneyimin toplamına "modemite" adını vereceğim der.’’ (Harvey, 1997, s. 23)
Baumann ise ‘’moderniteyi aydınlanma Projesi’nin ürünü bir kültürel proje, kapitalizmin sonucu olarak toplumsal biçimde yerleşmiş bir hayat tarzı olarak anlamaktadır’’ (Karakurt, 2006, s. 3). İlhan Tekeli’ye göre ise modernite; ‘’17. Yüzyıldan itibaren Avrupa’da oluşmuş bulunan toplumsal yaşam ya da organizasyon biçimidir.’’’ (Tekeli, Modernite Aşılırken Kent Planlaması, 2001, s. 10)
Bu bağlamda toparlayacak olursak modernite kavramı; tarihsel olarak Roma’nın pagan kültüründen kopması ve Hristiyanlığı resmen kabul etmesi ile ortaya çıkmış ve 17. Yüzyıl Avrupa’sında yine bir dönemden kopuş ve yeni bir dönemin başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Bu anlamda Avrupa’da modernite terimi ortaçağ dünyasından kurtulmuş olunup, insan aklı ve bilimsel faaliyetler temel alınarak doğa üzerinde bir hâkimiyet kurma ve yeni bir toplumsal biçim oluşturma sürecinden olarak tanımlayabiliriz.




[1] Durkheim’a göre toplumda iki tane sosyal tip vardır. Bunlardan biri mekanik diğeri ise organik dayanışma tipleridir. Mekanik dayanışmada; toplumlar biçimsizdir ve akraba topluluklarından oluşurlar. Ona göre bu dayanışma tipinde fikirler ve zihinler birbirine benzerlik gösterip, kitleler arasında erirler. İkinci dayanışma tipi olan organik dayanışma ise; işlevlerin farklılaşmasına ve iş bölümüne dayanmaktadır. Ona göre organik dayanışma modern toplumun bir sonucudur ve bireysellik ön planda olup, bireyin kendi eylem alanları vardır.  bkz. (Ünsaldı & Geçgin, 2014)

Hiç yorum yok

Merhabalar

Blogger tarafından desteklenmektedir.