Hoş Geldin Ya Şehr-i Kapitalizm
![]() |
Halil Ecer |
Dünya genelinde farklı bir deneyimleme biçimi olarak
ortaya çıkan pandemi süreci bazı şeyler üzerinde tekrar düşünmemizi gerektirdi.
Özellikle sağlık alanında yapılan reformların veya özelleştirmelerin tekrar
gözden geçirilmesine geçilmeden önce, Engels’in Konut Sorunu’nda değindiği
burjuvazinin eylem halini tekrar ele almak gerekmektedir. Hatırlanacağı üzere
işçi sınıfının konutlarında ortaya çıkan kötü koşuların ya da zaten var olan koşulların
(alt yapı sorunları) sebep olduğu bulaşıcı hastalıklar o dönemde işçi sınıfını
kırıp geçirirken burjuva sınıfının merhametinin ortaya çıkması akıllara bazı
sualler getirmektedir: Birincisi, burjuva sınıfı emek gücünü kaybetmemek için mi
işçi konutlarını iyileştirme çabasına girişti? Yoksa herhangi bulaşıcı hastalık
halinde burjuvazinin etkilenmesi gibi bir durum mu söz konusu? Burada
burjuvazinin tarihi göz önünde bulundurulduğunda hiç şüphesiz ikinci yaklaşım
güçlenmektedir. Yani burjuvazi kendi sağlığının geleceği açısından gerekirse
işçi mahallelerini iyileştirebilir. Bu bağlamda burjuvazinin sermaye birikim
sürecinin devamlılığı için sağlıklı bir burjuva gerekmektedir. Bir başka
şekilde de düşünülebilir bu durum. O da burjuva ya da kapitalist kendi kâr
marjı için birçoklarını feda edebilir.
COVID-19 salgının dünyada etkilerinin devam etmesi fakat
bu olağanüstü durumun olağanlaşma dönemine girdiği şu günlerde ülkelerden
“normalleşme” adı altında sermaye hareketliliğinin sağlanması adına peş peşe
takvimler hazırlanmaktadır. Danimarka 20 Mayıs’ta küçük ve orta ölçekli
alışveriş merkezlerinin açılması ve şehirlerarası ulaşım kısıtlamasının
kaldırılması yönünde ikinci ağızdan açıklamalar yapmakta. Fransa ve Almanya’da
da durum çok farklı değil. Hatta Avrupa ortalamasının çok üstünde kayıp veren
İspanya ve İtalya’da da durum çok farklı değil. Türkiye’de turizm bölgelerinde
seyahat kısıtlanması önümüzdeki günlerde kalkmakta, Suudi Arabistan Hac
organizasyonu için hazırlıklara başlamış durumdadır. Tüm ülkelerdeki bu
hareketliliğin sebebi tüketimin devamlılığını (örtülü olarak üretimin) sağlama
üzerine olduğu açıkça ortada durmaktadır. Dünya genelinde son üç ay içerisinde
tüketimin oranın düşmesi üretimi etkilemiş durumda değildir. Üretimin stoklanması
ve eritilmesi ülkelerin pandemi tehlikesi ortadan kalkmadan giriştiği
faaliyetler ile sonuçlanmaktadır.
Ülkelerde kutsal mabetlerden önce alışveriş merkezlerinin
açılması (AVM) insanların “dini imanı paradır” yaklaşımının somutlaşması
olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim Walter Benjamin, ürünlerin Haccı olarak
tanımladığı panayırlar günümüz alışveriş mekanlarının atası olarak karşımızda
durmaktadır. Eğer bir yerde kilise, cami, havra, tapınak gibi kutsal alanlardan
önce sermayenin kol gezdiği tüketim alanlarına öncelik veriliyorsa Marks’ın hâlâ
aramızda dolaştığının resmi kanıtıdır. Çünkü alt-yapı olan ekonomi ve üst-yapıda
yer alan din kurumunun mevcut durumu gözler önündedir. Öte yandan toplumların
etkileşim ve eğilimleri üzerinde dini arka plan yapan Durkheim’in kesinlikle
öldüğünün de göstergesi olmaktadır. İnsanların doğa olayları karşısındaki
çaresizlik hallerinin doğayı kutsallaştırma ile sonuçlanması, kapitalist
düzende doğanın kâr oranı üzerinden ele alınmasına evrilmiştir. Nitekim
Aydınlanmanın Diyalektiği’nde Adorno ve Horkheimer’in temel savı bu durum
üzerinde ilerlemekteydi. Yani aklın kutsal dürtüsü her şeyin en iyisine ulaşma
yolunda çaba içinde olması gerekirken gelinen noktada bu durumun tam tersi bir
istikamette gerçekleştiğine yönelik bir durum söz konusu olmuştur.
Sonuç olarak günün sonunda elimizde kalan bazı durumlar
söz konusudur. Toplumsal alanın karar alıcılardan etkilenmesi tamamen sermaye
etrafında oluşturulan dinamikler ile sağlanmaktadır. Din, kültür gibi toplumsal
yaşamın merkezinde olan kurumların sermaye karşısında yenilgisi (bir kez daha)
bugün itibariye resmileşmiştir. Kültürün veya dinin önemi sermayenin izin
verdiği ölçüde gerçekleşmektedir. Bu noktada kapitalizme hoş geldin demeyi
anımsatan başlığa değinmekte fayda vardır. Kapitalizm yeni gelen bir şey
değildi fakat ilk defa din-kültür ve kapitalizm seçenek olarak hükümetlerin ve
toplumların karşısında belirdi. Bundan mütevellit bu süreçten sonra dinin
toplum içiresinde ele alınışı başka sorgulamalara yol açacaktır. Ya radikal bir
yönelim ya da tümden bir terk ediş.
Halil
ECER
Hiç yorum yok
Merhabalar