Toplum'un Derdi ya da Savaşı Kazandıranlar
![]() |
Yasin Köse |
Toplumsal değişimler her zaman sosyal bilimler'in temel temalarından
biridir. Bu değişimi açıklamak, sebeplerini irdelemek, olumlu olumsuz
sonuçlarını analiz etmek başta sosyoloji disiplini olmak üzere diğer sosyal
bilimlerin de en önemli çalışma sahalarından biridir. Değişen dünya, toplumlara
yeniden şekil verirken aynı zamanda sosyolojiye, siyasete, ekonomiye ve kültüre
de farklı boyutlar kazandırır. Bu etmenlerin toplumsal değişimde bazen başlangıç sebebi bazen de değişimlerin
vardığı nokta olarak karşımıza çıkması bizleri tekrar tekrar toplumu büyüteçle
incelemeye itmektedir. Böylesi kısır bir döngüde bireylerden oluşan ve
fenomenlerin yön verdiği bu yapı, çoğu zaman karmaşık bir hale
bürünebilmektedir. Bazen toplumlardaki değişime ekonomik kriz, doğal afet,
salgın gibi durumların da önayak olabildiğini görebiliyoruz. Bu krizler
değişimi başlatan olarak görünse de aslında toplumda var olan ve var olma
potansiyeli olan göremediklerimizi de ortaya çıkarır ya da görünür hale
getirir. Bu potansiyeller silsilesi kriz dönemlerinde ortaya çıkar, sonrasında
devam eder ve bahsettiğimiz yapı yeniden bir devinime tabii tutulur. Peki bu
kadar enteresan bir yapıda bireyin rolü nedir?
Sosyolojinin temel tartışmalarından biri olan yapı-fail ikiliği bizlere
neyi anlatıyor? Acaba gerçekten birey bir 'yön verici' olabilir mi?
Bu sorulara yaşadığımız pandemi sürecinde kendimce cevap vermeye
çalışırken aslında kriz dönemlerinin ülkelerin sadece ekonomik değil aynı
zamanda sosyal bir sınavı olduğunu farkettim. Çağımızın en temel
değişimlerinden biri hiç kuşkusuz bireyselleşmenin artmasıdır. Neoliberal
ekonomi politikalarının ve ona dayalı olarak gelişen üretim ilişkilerinin payı
bu değişimde çok büyüktür. Peki acaba bireyselliğin fazla olduğu bir toplum
pandemi gibi bir sosyal krizde nasıl bir sınav verir? Aslında şahsen bireyselliğin artmasından yana
bir şikayetim yoktur. Zira sağlıklı bireysellikler beraberinde sağlam
toplumsallaşmayı da getirir. Ama nasıl bir bireysellik? Hemen cevap vevereyim:
En yalın haliyle toplumun herhangi bir sorunu hakkında duyarlı olma, hiçbir şey
yapamasa bile sorunun farkında olma ve az da olsa bununla dertlenebilme
empatisine sahip, bunun yanında kendi bireysel alanını ve özgürlüğünü de
gözetebilen insan bana göre başarılı bir bireyselleşme sürecindedir. Burada
küçük bir parantezle bireycilik ve bireysellik farkını da belirtmek gerekir.
Bireycilik özü gereği bencildir, sadece kendi çıkarlarını gôzeten insan tipi
üretir ve toplumsallaşmaya katkısı olumsuzdur. Maalesef bireysellikle birlikte
artan bir diğer bir olgudur bireycilik. Bahsettiğimiz olgu ise bireysellik.
Yani kendi gelişimini tamamlayabilmiş, duyarlı, kendi ôzgürlük alanlarına sahip
çıkabilmekle beraber aynı zamanda toplumu da her zaman gôz ônünde bulunduran
bir fail olgusudur. Yaşadığımız bu pandemi sürecinde de evde kalmanın
gerekliliği, sosyal mesafenin koyulması tembihi sık sık tekrarlanırken
bireylerin takındığı tavırlar aslında onların 'toplumla dertlenme' karnesini de
göstermektedir. Ortalama 14 günlük bir kuluçka süresine sahip, tehlikeli bir
virüs bizleri aynı zamanda sınava da tabii tutmaktadır. İşte böylesi kriz
dönemlerinde aslında toplumların 'toplumun derdiyle dertlenebilmiş' bireylere
ihtiyaçları olduğunun farkına varıyoruz. Aslında belki pandemi bu insanları
ayırt edebilmek için tam bir örnek olay sayılmaz. Zira insanın kendi sağlığı da
söz konusudur ve duyarlı davranmanın temelinde aslında kendi çıkarı da yatıyor
olabilir. Bunu ayırt etmek nerdeyse imkansız. Ama bahsettiğimiz toplumun
derdiyle dertlenebilmiş insanlar her zaman ve her yerde mutlaka kendilerini
belli ederler. Eğer bu duyarlılığı bugün pandemi, yarın kadına şiddet, sonraki
gün çocuk istismarı vs. diye devam ettirecek olan bireylerimizin sayısı
fazlaysa biz bu pandemi savaşını çabuk kazanırız. Ancak görünen o ki dünya ile
birlikte Türkiye de bu savaşı kolay atlatacağa benzemiyor. Aslında kronik
toplumsal sorunlara karşı da çok farklı bir refleks gösterilmiyordu. Sadece
pandemi insan hayatını tehlikeye sokan ve tam olarak tanımlanamayan bir
virüsten kaynaklandığı için bireysel ve toplumsal çıkarlar birbiriyle örtüşüyor
gibi görünmektedir. Amerika ve Avrupa'nın bazı ülkelerinde pandemi sürecinden
dolayı devletlerin koyduğu yasakları protesto edenleri mutlaka görmüşsünüzdür.
Bu bireycilik anlayışının yükseldiği ve toplumsal duyarın düştüğü kültür
anlayışına bir örnektir. (Neyse ki henüz Türkiye'de böyle bir protesto
gerçekleşmedi). Sosyoloji eğitimi alanlar bilir, toplumda matematikteki “2+2=4”
kadar net bir şey varsa o da 'üretim ilişkilerinin toplumsal yapıyı
belirlediği' gerçeğidir. Kapitalizmin giderek vahşileştiği çağımızda özellikle
Amerikan neoliberalizmi insanların her birinin ayrı bir dünyası olmuşcasına
davranmasının, fütursuz bir benliğe sahip olmasının kapısını aralıyor.
Bireyselliğe katkısı olurken bireyciliği de besliyor. Bu durum zamanla aşılmaz
duvarlar ve tamir edilmesi zor toplumsal yaralara sebep oluyor. Ekonomi, hiç
kuşkusuz sosyal yapının işleyenidir.
Peki savaşları kazanmak için uzun vadede ne yapılabilir? Cevap biraz
beylik ama olabildiğince gerçek. Öncelikle nesillere 'toplumsal duyar'
aşılamayı, toplumu analiz edebilme
yeteneğine sahip bireyleri yetiştirmeyi amaçlayan bir eğitim sistemiyle bu
mümkündür. Çok köklü bir değişikliğe belki zamanımız yok ama mesela liselerdeki
sosyoloji, felsefe ve psikoloji dersleri çoğaltılabilir. Bu derslere en az
matematik, türkçe, din kültürü ve ahlak bilgisi dersleri kadar önem verirsek
bunu başarmamız çok da zor değil gibi. Bu dersler eğer doğru verilirse hem etik
değerlere sahip hem de yaratıcı düşünce gücünü kullanabilen nesiller
yetiştirmenin altyapısı hazırlanmış olacaktır. Bunun yanında ekonomik
politikalarda da 'sosyal refah' olgusunu benimsemek, sınıflar arası uçurumun
önüne set koyabilecek ölçülü bir vergi sistemi ve aynı zamanda etik değerleri
olan, liyakati gözetilmiş yetki sahiplerinin olduğu bir ülke bizleri daha
ümitli yapmaya yetecek ve artacaktır. Belki kapitalizmden tamamen kurtulmaya
ömrümüz yetmeyecek ama zararını en aza indirmeyi başarabiliriz. Yeter ki artık
'ben, evim, hayatım, işim' mottosunu benimsemiş insanların sayısını
azaltalım. Unutmayalım ki dünyada fiziki
savaşlar eskisi kadar devam etmese de pandemi, doğal afet ve kronik toplumsal
sorunlar gibi savaş mahiyetine sahip krizler hep var olacaktır. Bu krizleri
atlatma hızı ise 'toplumun derdiyle dertlenebilme' yetisine sahip bireyler
yetiştirmedeki başarımızla doğru orantıda kalacaktır.
Hiç yorum yok
Merhabalar