Otomatik Yaşamın Mekânları ve Covid-19
![]() |
Osman Tarık Onaran |
Toplu
konutlarda yapılan ve benim de dâhil olduğum anket çalışmasında bir kadın
görüşmeci “Biz köyden buraya apartmanda yaşamak için geldik. Çünkü köyde yaşam
zordu. Biz apartman dairesinde otomatik yaşamak istedik.” sözlerini sarf
etmişti. Şehirlerdeki apartmanları otomatik yaşamın gerçekleşeceği mekânlar
olarak tasvir etmişti. Genelde şehir merkezinde olduğu için ulaşım sorunu
olmayan, ısıtma sistemi bireyi yormayacak şekilde binada hazır bir şekilde yer
alan, çöpleri dökecek ve temizliği yapacak görevlisi olan apartmanlar elbette
“otomatik yaşamın mekânları” olarak tasvir edilebilirdi. Görüşmeci daha sonra
birkaç yıllık apartman deneyiminin ardından pişman olduğunu dile getirdi. Peki,
şuan “otomatik yaşamın mekânları” olan konutlar Covid-19 pandemisinin yarattığı
karantina, evde kal söylemi ve küresel bir kriz sürecinde nasıl bir rol
üstlendi? Yapısal özellikleri bulunduğu topluma ve döneme göre değişiklik
gösterebilen apartmanlar Covid-19’da bir değişim veya dönüşüme uğrayacak mı?
Tarihsel
süreçte insanoğlu bütün mekânları ihtiyaçlarına göre inşa etmiş, değiştirmiş ve
dönüştürmüştür. En temel ihtiyaçlardan biri olan “barınma ihtiyacı” da tarihsel
süreç içerisinde insanoğlunu sürekli meşgul eden bir mesele olmuştur.
Mağaraları şekillendirmiş, ağaçlarda uyumuş, göçebe olup çadır kurumuş, yerleşik
hayata geçip yapı inşa etmeye başlamış ve kentleri oluşturmuştur. Kıray’ın[1] da dediği gibi kentler;
tarımsal üretimin olmadığı, kontrol fonksiyonlarının toplandığı, büyük
heterojen mekânlardır. Nüfusun yoğunlaştığı ve gelişimin sürekli olduğu kentler
devamlı bir hareketlilik içerisindedir. İnsanoğlu, kentleri değiştirip dönüştürebileceği
mekânlar olarak görmüştür. Kentler böylelikle sürekli yeniden üretilen
olgularla fiziki ve sosyal yönden gelişmeye devam etmiştir. Bu gelişim nüfusun
kentlerde toplanmasına sebep olmuştur. Nüfus arttıkça barınma alanı ihtiyacı da
artmıştır. Özellikle sanayinin gelişmesiyle emek ve işgücünün kentlerde
birikmesi sonucu az bir alan üzerinde olabildiğince fazla barınma alanı olan
yapılar inşa edilmeye başlandı. Bu yapılar 2020 yılının ilk çeyreğinde
neredeyse hepimizin en çok vakit geçirdiği mekânlar olan apartmanlardı elbette.
Başlangıçta kapitalizm ve sermaye tarafından ortaya konan apartmanlar daha
sonraki süreçte özellikle kentlerin vazgeçilmez yapıları olmuştur. Türkiye’de
ise Osmanlı döneminde ilk örnekleri görünse de emek gücünün kente göçü olarak
belirtilen 1950 ve 1980 arası dönemde[2] apartmanlaşmanın
yoğunlaştığını görüyoruz. Bu dönemden sonra kentler apartmanların gölgesiyle
günlerini ve yıllarını geçirmeye devam etti.
2020
yılının ilk çeyreğinde dünyayı etkisi altına alınan Covid-19 pandemisinin
etkilemediği tek bir alan yok gibi. En göze çarpan iki alan ise kuşkusuz
ekonomi ve sosyal yaşam oldu. Bu süreçte devletler özellikle ekonomilerini
etkileyecek tedbirler aldı. Bazı devletler tüm sosyal yaşamı ve ekonomik
faaliyetlerini kısıtlayacak kadar sert tedbirler alırken bazı devletler ise
kontrollü yaşam üzerinden tedbirler almaya çalıştı. Alınan tedbirler, konulan
yasaklar ve kısıtlamalar en çok da “evde kalmak” üzerine oldu. ‘Tam kapsamlı
karantinalar’, ‘sokağa çıkma yasakları’, ‘14 gün’ ve ‘evde kal’ kuralları
insanları barınma alanlarına çektiğini hepimiz gördük. Sosyal yaşamları
kısıtladık, ofislerimizi evimize getirdik, parka dahi çıkmamaya çalıştık.
İnsanlar belki de tarihsel süreçte bu kadar uzun süreli evde kalmamıştır.
Yaşam
pratikleri üzerinde bilinçli eylemler tesis etme kudretine sahip olan insanı
öteki canlılardan ayrıksı kılan nokta, tasarımladıklarını uzun vadeye
yayabilmesidir. Tarih boyunca, ister ilkel ister pre-modern ister modern çağda
olsun, insan kendi yaşam alanını ve toplumsal yaşam formunu sürdürecek analitik
zekâya sahip olmuştur. Ancak zamanın herhangi bir noktasında, herhangi bir
kritik kopuş noktasında analitik zekâya ters düşecek nispette eylemlerde
bulunması ve özellikle konut alanında yaşanılan krizler mekân-birey ilişkisini
tekrar gündeme getirdi. İşte Covid-19 pandemisi de –bunu henüz erken ve yeterli
bir veri olmadığı için öngörü olarak söylüyorum- bu ilişkiyi tekrar gündeme
getirecektir. Çünkü “otomatik yaşımın mekânları!” olarak görünen apartmanlarda
geçirilen bu dönem muhakkak ki barınma mekânlarının yapısal özelliklerinin
tekrar düşünülmesi gerektiğini –kanımca- açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Bu kanıya apartman ve müstakil ev kültürünü deneyimlemiş birisi olarak
vardığımı söylemeliyim. Ayrıca Covid-19 sebebiyle kapanan ofisler ve iş yerleri
bu süreçten sonra uzaktan çalışma politikasına geçeceklerini belirttiler
(Örneğin; Twitter). Yani birçok kurum belki de hızlı bir şekilde ofislerini
evlere taşıyacak. İnsanlar daha fazla evde vakit geçirecek. Peki, biz evde
kalmayı sevdik mi? Bu soruya bir genelleme yaparak cevap vermek oldukça zordur.
Covid-19’un en sert geçtiği ülkelerden biri olan İtalya’da Delia Belediye
Başkanının isyanını, balkon kültürünün bu süreçte belki de hiç olmadığı kadar
önemsendiğini, kısıtlamaların kalktığı ilk günlerde sokakların-parkların
doluluğunu ve yapılan sokak konserlerini iyi düşünmeliyiz. Apartmanların
dışarıya açılan tek bağlantılı mekânının balkon olduğunu ve müstakil evlerin 4
duvarının dışında sokağa dâhil olmayan bir dış mekânının olduğunu da göz önüne
almalıyız. Müstakil evlerde yaşayan insanların bu süreçte otomatik yaşamın
mekânları olan apartmanlarda yaşayan bireylere göre daha rahat bir karantina
süreci geçirdiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Isıtma sisteminin kullanışlı
olması, çöpü dökecek ve daire dışı yerlerin temizliğini yapacak görevlilerin bulunması
gibi sebeplerden dolayı apartmanlar tercih edilen mekânlardı. Elbette bu
süreçten sonra da konutlar özellikle ekonomik sebepler göz önüne alınarak
tercih edilmeye devam edilecek ancak Covid-19’un etkisiyle değişime
uğrayacağını düşünmekteyim. Boyut olarak gittikçe küçülen daireler (stüdyo
daireler) ve tam tersi “balkonu mutfağa katmak söylemlerinin” göstergesi olan
büyük ve ferah daireler somut bir şekilde insanların dillerinde sıklıkla
duyacağımız tartışmaların odağı olacaktır. Huzurlu yaşam vaadini sunan konut
sektöründe de yeni bir hareketlilik olacaktır. Sosyal bir varlık olan ve
küreselleşen dünyada somut sınırları aşan insanoğlu Covid-19’dan sonra barınma
alanları –özellikle apartmanlar- üzerinde yeniden düşünmeye çalışacaktır.
Hiç yorum yok
Merhabalar