Her İnsan Bir Diğerinin Kurdudur
![]() |
Veli Kaya |
2019’un
Aralık ayında Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıkan Covid-19 salgını kısa bir süre
içerisinde tüm dünyayı etkisi altına almayı başararak büyük bir endişe inşa
etmiştir. Hali hazırda etkisini devam ettirmekte olan salgının ne zaman
biteceği veya etkili bir tedavi yönteminin ne zaman bulunacağı devasa bir
muamma taşıyıp insan hayatında genel bir bilinmezlik süreci yaratmış ve
yaratmaya devam ediyor. Bu muamma devletlerin salgın karşısında aldığı tedbirleri
olumsuz yönde etkilerken aynı zamanda dünya genelinde gerek toplumsal gerek
ekonomik gerekse siyasi zeminde süregelen politikalara adeta bir boksör yumruğu
gibi darbe indirmiş ve bu bahsettiğimiz zeminlerde oluşan hasarların gelecek
hayatımızda etkisini göstereceğini bize aşikar bir şekilde gösterdi. Yazıma salgınla
ilgili genel bir giriş yaptıktan sonra insanlar zor zamanlarda – salgın,
yangın, deprem, savaş vs.- ne kadar insani-ahlaki davranıyorlar? Bu zor
süreçlerde kişisel çıkarlarını mı yoksa toplumsal yararı mı daha çok
önemsiyorlar? Bu zor zamanlarda kişisel çıkar mı önemsenmeli yoksa toplumsal yarar
mı? Hangisi daha ahlaki? Gibi sorulara cevap aramaya çalışacağım.
2020
yılının mart ayında ülkemizde tespit edilen ilk vakadan sonra virüs artık tüm
dünyada olduğu gibi ülkemizde de tek gündem maddesi olmuştu. Yaşadığımız süreci
anlayabilmek için yazılar okumaya başlamış, virüsten nasıl korunmamız gerektiği
üzerine araştırmalar yapıyorduk,
sağlığımız için uzmanların verdiği tavsiyeleri can kulağıyla dinliyorduk.
Uzmanlar salgından kişisel olarak korunmak için bizlere önemli tavsiyelerde
bulunmaya başlamışlardı. Evde kalın, kalabalık yerlerden uzak durun, fiziksel
mesafeyi koruyun ve mutlaka maske takın. Bu tavsiyelerden sonra maske satışı
toplumda büyük bir karşılık bulmuştur. Malum her şeyin başı sağlık ve
sağlığımızı güvence altına almak için maske almak zorundaydık. Salgından önce
hiçbir önemi olmayan maskeler stoklanmaya başlanmış, çok ucuz olan maskelerin
fiyatı birdenbire katlanarak artmaya başlamıştı. Zira maske bulmakta
zorlanıyorduk, sınıfsal eşitsizlik burada da kendisini gösteriyordu. Toplumsal
olarak bu duruma hayli öfke duyuyorduk ki insan sağlığının elzem olduğu bir
durumda bile kendi maddi kazancını düşünmek hiçbir şekilde ahlaki olarak
görülmüyordu. İnsanlar, bu zor ve ıstıraplı durumlardan faydalanmaya çalışan
kişilerin yanlış yaptığını ve gayri ahlaki davrandıklarını ifade ediyorlardı. Ancak
fiyat şişirmenin arkasındaki en büyük nedenin serbest piyasa ekonomisi olduğunu
göz ardı ediyorlardı. Öyle ki serbest piyasa ekonomisinin hüküm sürdüğü
toplumlarda zor zamanlarda fiyat şişirmenin yasak olduğunu gösteren bir durum
yoktur. Daha doğrusu “adil fiyat” gibi
bir olgu piyasa toplumunda yoktur. Keza piyasa toplumunda fiyatlar arz ve talep
doğrultusunda belirlenmektir. Öyleyse, yasal olarak herhangi bir engelin olmadığı
arz ve talep doğrultusunda belirlenen fiyatlar neden gayri ahlaki olarak görülmektedir?
Eğer ki gayri ahlaki ise bu serbest piyasa ekonomisinin bir sonucu olarak
ortaya çıkan bir durum değil midir?
Öyleyse bizleri toplumsal yararı değil de kişisel kazanca yönlendiren
–tek etken olmasa da en büyük etken olan- piyasa ekonomisinin kendisi değil
midir? Devletin maske satışlarına seyirci kalmadığını müdahale ettiğini
söylediğinizi duyar gibiyim. Ancak devletin bu duruma müdahale etmesi aslında
devletin kendisinin de serbest piyasa ekonomisin açgözlülük ve fırsatçılık
yarattığını kabul eder nitelikte değil midir? Sonuç olarak gayri ahlaki
gördüğümüz fiyat şişirme olayı toplumun rıza gösterdiği piyasa toplumundan
kaynaklandığını söyleyebiliriz. Esasında
bu duruma hem rıza gösterip hem de gayri ahlaki olarak görmek bir ahlaki
çıkmazda olduğumuzu gösteren bir toplumsal olgudur.
Uygulanan
ekonomik politikaların – serbest piyasa ekonomisi- insanların içindeki
açgözlülüğü ve bireysel çıkarı tetikleyip dışarıya yansıttığının altını
çizdikten sonra meselenin sosyo-kültürel boyutunu da tartışmak gerektiğini
biliyorum. Öyle ki her toplumsal olayda olduğu gibi salgın, savaş ve doğal
affet gibi zor süreçlerde karşımıza çıkan fırsatçılık ve açgözlülük durumunun da
sosyo-kültürel bir boyutu bulunmaktadır. Sosyolog Emile Durkheim sosyolojik çalışmalarının
ana temasında modern toplumların ahlak sorunu yer alır der. Zira Durkheim’e
göre toplumsal sorun, temelde ahlaki bir sorundur ve modern toplumların
bunalımı, ahlaki bir bunalımdır. Yine Durkheim’e göre ahlak ise her bir toplum
tipi içinde ortaya çıkan özel sorunları çözmek için geliştirilmiş davranış
kurallarıdır. Öyleyse Durkheim’in bu yorumlamalarından yola çıktığımız da affet
ve salgın gibi süreçlerde zor durumda kalan insanların özgür alıcılar
olmadığını düşünürsek bu zor durumdan faydalanan insanların yarattığı fırsatçılık
ve açgözlülüğü de toplumsal ahlaki bir bunalım olarak değerlendirmek mümkündür.
Zira çok övdüğümüz toplumsal değerlerimizin ve kültürel sermayemizin içinden bu
fırsatçı akbabaların çıktığını göz ardı etmemek gerek. Öyle ki bu insanları
eleştirenlerin de ellerine imkan geçtiğinde fırsatçılık yapıp insanların zor
durumlarından faydalanmayacağının herhangi bir toplumsal güvencesi de yok. Zira
toplumda yaşanan her zor süreçte bu tür gelişmelerin yaşandığını çeşitli
örneklerle destekleyebiliriz. Yakın zamanda yaşanan Elazığ depreminde kiraların
arttırılması, Suriye iç savaşından kaçıp ülkemize sığınan insanlara yüksek kira
ücretleri ile evlerin verilmesi ve düşük ücretler ile sosyal güvenceden yoksun
bir şekilde çalıştırılmaları verilebilecek çoğu örnekten sadece ikisidir.
Bu
olaylar Thomas Hobbes’i her seferinde haklı çıkartıyor. Hobbes her haklı çıktığın da ben biraz daha
ürküyorum. Yüzyıllar önce söylediğin “insan insanın kurdudur” sözüne her
seferinde katılmasam da beni her seferinde yenmeyi başarıyorsun. Haklısın eline
fırsat geçmeye görsün her insan bir diğerinin kurdu oluveriyor. Ancak bizim de
yaşayan bir umudumuz var insan insanın kurdu değil, insan insanın güzelliği
olacaktır. Buna inanmaya devam edeceğiz. Umudumuzu da yenecek değilsin.
Hiç yorum yok
Merhabalar