Bayramların Anatomisi
![]() |
Halil Ecer |
Yeryüzünde
yaşayan ve yaşamış toplumların doğayı ve somut olan zamanı sembolleştirme
çabaları her çağda gerçekleşen bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Soyut olanın sembolleştirme yoluyla
somutlaştırılması insan aklının kıvraklığı sonucu olmuştur. Eğer insanın diğer
hayvanat ve nebatattan alametifarikası başparmak kullanımından sonra ele
alınacaksa hiç şüphesiz değer atfetme özelliği ile ön plana çıkmaktadır. Değer
atfetme, anlamlandırma mevzusu, toplumların ayakta kalma devamlılığını sağlama
bakımından hayati bir önem taşımaktadır. Kutsal gün gece, yılbaşları (ki uzun
vadede kutsal değer), kahramanlık günleri, felaket günleri gibi toplumların
büyük çoğunluğunu etkisi altına alan, maneviyatlarını kamçılayan birer sembol
olarak karşımıza çıkarken bu durumun incelenmesi “olanın, nasılı” üzerinde
değerlendirme yapma zorunluluğunu ortaya çıkmıştır.
Ramazan ve Kurban Bayramlarını
düşündüğümüzde birkaç farklı dinamiğin ortaya çıktığını söylemek mümkündür.
Evvela, geleneğin devamlılığı ve güncelliğinin sağlanması açısından mutlak önem
arz etmektedir. Her yılın değişik aylarında (Hicri takvimin dinamikliğinden
ötürü) kutlanan ve beraberinde farklı toplumsal ritüeller gerektiren bu
“kutsal” günler dünya nüfusunun üçte birlik kısmına hitap etmektedir. Bunun
arka planına bakıldığında, yıl boyunca süreğenleşen gündelik yaşam pratikleri belli
bir noktadan sonra değer erozyonuna uğramaktadır. Bu erozyon hali normalleşenin
değersizleştiği an’a denk gelmektedir. Değersizleşen, önemini kaybetmeye yüz
tutmuş düşünüm, duygulanım ve eylemsellik halinin yılda iki defa kamçılanması
ve yeniden tedavüle konulması müthiş bir gelenekleşme halini ortaya
koymaktadır. Bayramın kendine içkin menkul değerlerinin yanında bir de
toplumların ve iktidarların yüklediği anlamlar karşımıza çıkmaktadır. Toplumun
yüklediği ve bayramlarla güncellediği veyahut perçinlediği anlamı, kendini
yeniden üretmeyle ilgili bir husustur. Toplumun kendi öz bilincini bayramlar
veya devamında gelen ritüeller ile var etmesi düzensiz bir şekilde fakat
topluca yapılan bir eylemsellik halidir. Söz gelimi milliyetçiliğin dinle
bütünleştirildiği kentler her ramazanda oruç tutmayan bireylere saldırıların
gerçekleşmesi, o kesimlerin “ben buradayım ve benim olduğum yerde barınma
şansınız yok” deme şeklidir. Tabi, bu durumun sürekli şiddette dayalı olduğunu
söylemek tezimizi zayıflatan bir konumda duracaktır. Şiddettin karşılığında
duran ise dayanışma ruhunun canlandırılmasıdır. Dayanışma durumu da toplumların
kendini var sayma biçimleri ortaya çıkmaktadır. Her bayram öncesi zülüm altında
olan dindaşlarını hatırlamaları ve onlara yönelik seferberlik çabaları,
toplumun etkisini güçlendirme ve aynı zamanda yaygınlaştırma ritüeline
içkindir. Her kurban bayramı öncesi Arakan Müslümanları, Doğu Türkistan’da
yaşanan olaylar, Filistinlilerin gündemde yer almasının bir diğeri sebebi de
söz ettiğimiz gibi toplumun kendini güncelleştirme ve varlığını sürdürme
eğiliminden ileri gelmektedir. Toplumun bu eğiliminin farkında olan vakıf ve
derneklerin yardım toplama etkinliği bazen suiistimallere açık olabilmektedir.
Bayramların sermaye ile olan
ilişkilerini neo-liberal çağda ele almamak her konuyu olduğu gibi bu durumu da
eksik bırakacaktır. Fark ettiyseniz son günlerin kitle iletişim araçlarında
(televizyon, sözlü ve yazılı medya ve sosyal medya) “buruk bayram” ibaresi
çokça yer almaya başladı. Bunun sebebi bayramlarda alışılagelmiş tüketimin
yapılmaması ile ilişkiselliği apaçık ortadadır. Yani evet bu bayramlarda
tüketim yapılamadı, piyasaya para sürülemedi ve üretilen mal ve ürünlerin
depolarda kalma durumu söz konusudur. Ve fakat reklamlarda aşılanan şey,
“üzülmenin bu günler geçecek ve siz yine alışveriş yapacaksınız” bantları
geçmekte. Bu durum insanlara tüketim alışkanlıklarının devamlılığını sağlama
arzusunu aşılamaktadır. Alışverişin ve tüketimin bir arzu olarak ele alınması,
Bayram ritüeli haline gelen fuzuli tüketim alışkanlığı diri tutulmak ve
tüketimin kutsallaştırılması ile ilişkilidir.
Bayramlar, noel, yılbaşı gibi
toplumların özüne işlenmiş sembollerin toplumları “var kılma” ve dönüştürme
etkileri bazen radikal toplulukların ortaya çıkmasına neden olurken bazen de
değerlerin aşınması yoluyla daha esnek formlar olarak karşımıza çıkmaktadır.
Batı medeniyetlerinde din olgusunun aşınması beraberinde laik anlayışı doğurdu
fakat yine toplumların dinamikleri laik eğilimi radikalleştirerek din dışı bir
oluşumu din formunda ele alıp yeni bir toplumsal deşarj noktası oluşturdu.
Bayramların olağanüstü ( kriz ve salgın gibi) durumlarda form değiştirmesi
mümkündür ve bu değişimin yeni bir ritüel ve gelenek doğurması pek mümkün bir
durumdur.
Sonuç olarak bayramların
içsel/maneviyat yönleri olduğu kadar dışsal/kültüre içkin yönleri de mevcuttur.
Ve piyasadan bağımsız değillerdir. İnsanların topluma katkı sağlama etkileri
semboller yoluyla gerçekleştiği için bayramların da toplumu ve beraberinde
geleneği dönüştürürken yeniden ürettiğini unutmamak gerekir. Bayramların ve
kutsal günlerin siyasi erke veya illegal otoritelere teslim olması toplumun
esir edilmesi ile aynı anlamı taşımaktadır.
Hiç yorum yok
Merhabalar