Osmanlı İmparatorluğu’nda Devlet ve Köylü
Huricihan İslamoğlu, Osmanlı İmparatorluğu’nda Devlet ve Köylü İstanbul: İletişim, 2010, ss. 376, 2.
Basım
![]() |
. |
Dünya
tarihi, devletlerin ortaya çıkışından itibaren sürekli bir etkileşim ve dönüşüm
içerisindedir. Bu dönüşüm kültürel, siyasal ya da ticari ilişkilerin paylaşımı
ile gerçekleşmekte ve yeni devlet düzenlerinin ortaya çıkmasına neden
olmaktadır. Özellikle 18. yüzyıldan
itibaren Batı Avrupa tarihi merkeze alınarak yapılan yeni devlet düzenlemeleri
Doğu-Batı ayrımının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu bağlamda, Huricihan
İslamoğlu, kitabında modernleşme dönemi yaklaşımları ile Osmanlı Devleti’ne
yöneltilen oryantalist despotizm ve iktisadi durağanlık varsayımlarını
çürütmeye çalışmıştır. Bunu yaparken 16. yüzyılda Osmanlı toplumu ve ekonomisi
arasındaki ilişkileri ve bu ilişkilerin meydana getirdiği dönüşümleri,
topladığı bulgular neticesinde bizlere sunmaya çalışmıştır.
2010 yılında ‘Önsöz’ ve ‘Birinci
Bölümü’ düzenlenerek yeniden yayınlanan kitap, 5 ana bölümden oluşmaktadır. ‘‘
Osmanlı Tarihi Nasıl Yazıldı, Nasıl Yazılmalı Tartışmasına Dönüş’’, ‘‘16.
Yüzyılda İktisadi Eğilimler ve Tahrir Defterleri ’’, ‘‘ 16. Yüzyılda Osmanlı’da
Vergilendirme ve Ticari İlişkiler ’’, 16. Yüzyılda Osmanlı’da Köylü Aile
Ekonomisi ’’ve ‘‘Bir Bölgesel Ekonomi Modeli: Kent Pazarları ve Köylü Aile
Ekonomisi ’’. Ayrıca giriş niteliği taşıyan ‘‘Önsöz’’ kısmı kitabın daha rahat anlaşılması
açısından faydalı olmaktadır. Önsöz kısmında modernleşmenin 20. yüzyıla kadar
devletler üzerindeki etkilerinin nasıl dönüştüğünü kısaca ele almıştır.
Birinci bölümde, modernleşme
yaklaşımlarının yanı sıra toplumsal dönüşüm modellerine ve bu modellerin ortaya
çıkardığı sonuçların değerlendirmelerine yer verilmiştir. İlk olarak 14. yüzyıldan itibaren Çin’den
Atlantik’e kadar uzanan ticaret ilişkilerini ve bu ilişkilerin doğurduğu
eşitsiz güç dengelerinin devletler üzerindeki etkilerini ele alırken bu
ilişkinin benzer yönetim biçimleri ortaya çıkarmasının yanı sıra farklı devlet
yapılarını oluşturduğuna vurgu yapmıştır. Oluşan bu yeni düzen Batı’nın
ilerlemesini sağlarken Doğu’nun sömürülmesine neden olmuştur. Bu durum sonucu
oluşan baskıcı rejim uygulamaları ve sömürü politikaları modernliğin
gerekliliği olarak görülmüştür. Marks’ın ATÜT ile açıklamaya çalıştığı bu
durumun Osmanlı’da baskıcı, otoriter bir devletin köylü üreticinin ürettiği tüm
artık ürüne el koyduğunu ve bu nedenle de ticaretin gelişmediğinin
vurgulanmasının yanlış olduğunu söyleyen İslamoğlu, her sanayi öncesi
devletlerde bu durumun görülebileceğini söylemiştir. Bir başka yaklaşım olan
dünya sistemi analizine göre ise 19. yüzyılda
Müslüman tüccarların önemsiz olmalarının nedenini ‘Doğu Despotizmi’nin
ticareti engelleyen niteliklerinden çok ticaretin değişen yapısına bağlamıştır.
Osmanlı’nın yaşadığı ‘çevreleşme’ sürecinin imparatorluğun iç bütünlüğünü ve bu
bütünlüğü sağlayan siyasi yapıyı bozduğuna ve onların yerini alan imparatorluk
ekonomisi ve toplumsal düzeninin dış piyasaların arz taleplerine göre
şekillendiğine vurgu yapar. Ancak Devlet ve Köylü, dünya sisteminin belirttiği
böyle bir yaklaşımdan farklı olarak iktisadi değişimlerin toplumda var olan
değişimler üzerindeki etkilerinin ne olup olmadığını, herhangi bir toplumda var
olan iktidar ilişkileri ve bu ilişkilerin temsil ettikleri siyasi süreçler
tarafından belirlenemeyeceğini savunur. Toplumsal dönüşümü ve köy modelleri
kapsamında köylülerin siyasi gücünün örgütlenme düzeylerine ve devletin artı
ürüne el koyma kapasitesine bağlı olduğunu söyleyen Brenner, sınıfların ve
onların birbirleri olan ilişkilerinin iktisadi faktörlerdeki değişimler
karşısında dirençli olduklarını ve değişimin sadece sınıflar arası güç
dengelerinin değişimi ile gerçekleşebileceğini söylemektedir. İlk bölümde son
olarak meşruiyet meselesine değinen İslamoğlu, Osmanlı’daki yasal yaptırımların
köylülerin topraklarının satılmasını ve bölünmesini köylülerin bir yerden bir
yere gitmelerini engellemeye çalışarak köylünün geçimlik toprağı üzerinde
kalmalarını sağlamaya yönelik olduğunu ayrıca uygulanan yaptırımların toprağın
tek bir elde toplanmasının önüne geçilmesi için yapıldığını vurgulamaktadır.
İkinci bölümde, 15 ve 16. yüzyıllarda Rum vilayeti sınırları içinde yer
alan yerleşim alanları incelenmiştir. İncelenen yerler; Tokat kazasına bağlı
Cincife, Venk , Kafimi, Yıldız; Çorum livasına bağlı Çorumlu Karahisar-ı
Demirli ve Katar ile Sonisa kazasına bağlı Niksar , Karakuş ve Felis
nahiyeleridir. Bu inceleme neticesinde kırsal nüfusun vergilendirme süreçleri
hane halkının nasıl dönüştürüldüğü tahrir defterleri kapsamında ele alınmıştır.
Öncelikle tahrir defterleri türlerinden, içeriğinden ve bu defterlerin nasıl
incelenmesi gerektiğinden bahseden İslamoğlu, üç tür tahririn bulunduğunu ve
çalışmasında ‘‘mufassal’’ tahriri kullandığını belirtmiştir. Mufassal
defterleri, idari belgeler ve her yerleşim bölgesinde bulunan vergilerden muaf
olanları ayrıntılı bir şekilde ele alır. Bu belgeler ayrıca ödenen vergilerin
askeri mercilere mi yoksa dini bir kuruma mı verildiğini anlamamıza yardımcı
olmaktadır. Ancak bu defterlerde bazı verilerin eksik olması nüfus oranlarının
tam olarak ele alınamamasına neden olur. Erkeklerin ergenliğe girmesi ya da
evlenmesi durumunda kayıt altına alınması, bazı vergi mükellefleri ve
gayrimüslimlerin kayıt dışı tutulması ve kadınların bu kayıtlara dahil
edilmemesi tahrirlerin bir toplumun mali istatistiklerini içeren bir nüfus
incelemesi olarak ele alınmasının pek mümkün olamayacağını göstermiştir.
Üçüncü bölümde Osmanlı’da 16.
Yüzyılda gerçekleşen vergilendirme sistemi sonucu oluşan artı ürüne el konulma
süreçleri, bu süreç içerisinde gelir sahipleri ile köylü arasındaki ilişki ele
alınmıştır. Ayrıca ikinci bölümde belirtilen nahiyelerdeki gelir dağılımları,
tablolar ile ayrıntılı bir şekilde ele alınmış ve bu tablolarda çıkan sonuçlar
her bir bölge için ayrı başlıklar altında değerlendirilmiştir. Tımarlı
sipahiler ve malikâne sahiplerinin arasındaki ilişkiler, toprağın denetimi ve kiralanması
süreçleri arasındaki ilişkilerin nasıl şekillendiğinin de belirtildiği bölümde,
malikâne sahiplerinin toprağın mülkiyetini ellerinde tutmalarına rağmen
köylünün artı ürünü çekebilmek için merkezi devletin idari yargı ve kurumlarına
bağlı oldukları vurgulanmıştır.
Dördüncü bölümde, 16. yüzyılda
Osmanlı’da yaşanan nüfus dalgalanmaları ve bunların altında yatan nedenler
incelenmiştir. 15. yüzyıldan itibaren başlayan nüfus artışının özellikle
16. yüzyıldan itibaren kentlerde yoğunlaşmaya
başlaması Osmanlı devletinin yeni politikalar izlemesine neden olmuştur. Kıtlık, salgın hastalık gibi nedenlerden
meydana gelen ölüm oranlarının azalması nüfus artış hızını etkilese de bu
durumun doğal dalgalanmalar yoluyla gerçekleştiğini öne sürmek pek doğru olmaz.
Savaş, toplumsal huzursuzluk ve kırsal bölgelerdeki ekonomik buhran, büyük
çaplı yer değiştirmelerin oluşmasına neden oldu. Cook’un görüşü, Anadolu’da
insan-toprak arasındaki ilişkilerde bozulmaların olduğundan söz etse de
İslamoğlu, bunun tam tersi bir durumun ortaya çıktığını belirtmiştir. Ekilen
toprakların genişletilmesi hem tarımsal faaliyetlerin hem de otlak alanlarının
artmasını sağlamıştır.
Kitabın beşinci ve son bölümünde
toplanan veriler dâhilinde ortaya çıkan sonuçlar değerlendirilmiştir. Şehir ve
kasabaların büyümesi tarımsal bölgelerden yeterli gıda maddesi ve hammadde
akışına veya şehir ahalisi ile kırsal üreticiler arasındaki mal alışverişine
bağlanmıştır. Kentlerde artan talebin tarımsal üretim üzerindeki etkisi, büyük
ölçüde vergilendirme talebi ile ortaya çıkmaktadır. Osmanlı’da kentler ve
kırsal kesim arasındaki akışkan nitelik, şehirli nüfusun kolaylıkla tarımsal
üretime geçebilmesi ya da kentsel ve kırsal ekonomik faaliyet arasında
kolaylıkla gidip gelmesi şeklinde ifade edilmiştir. Ayrıca köylünün üretim
süreci içerisinde tarımsal üretim dışında boyacılık, dokumacılık gibi üretimler
ve bu üretimler üzerindeki vergilendirme oranlarından da söz edilmiştir.
Bu kitap ele aldığı dönem
çerçevesinde incelenirse, sadece Osmanlı için değil, erken modernleşme
döneminde yer alan diğer ülkelerin tarihlerine de ışık tutmaktadır. 16.
yüzyıldan itibaren ‘Doğu’ toplumlarına dayatılmaya çalışılan ötekileştirme
sürecinin 20. yüzyılın ikinci yarısında gözle görülür bir şekilde kendini yeniden
hissettirmesi ‘Batı’ dışı toplumların geri kalma süreçlerinin yeniden
şekillenmesine neden olmuştur. Bu kitap aynı zamanda oluşan bu süreçleri
Osmanlı iktisadi yapısı ve dönüşümü temel alınarak inceleyebilmemizi
sağlamıştır. Ancak kitabın yeniden düzenlenen bu ikinci baskısında da ağır bir
dilin hâkim olması kitabın anlaşılmasını zorlaştırmaktadır.
Hiç yorum yok
Merhabalar