Bir Davet Denemesi: Akademik Sınırları Yeniden Düşünmek
Toplumsal
felaketler, can yakıcı olduğu kadar öğretici süreçlerdir. Salgın sürecini de bu
minvalde yorumlamak mümkün. Çok değil, yalnızca birkaç ay öncesine dek herhangi
bir ortamda dile getirilse, muhtemelen “fantastik bir hayal gücü” diye tanımlanıp
üzerine birkaç dakika düşünme gereği dahi hissedilmeyecek olayları bugün gündelik
hayatının her anında yaşayanlar, yeni gelişmeleri yeterince düşünsel
süzgecinden geçirecek mi bilinmez; ancak bir şeylerin değiştiği, değişeceği
aşikar.
Pandemi
hali, problemler karşısında bireyleri, şirketleri, devletleri “bir çare”
üretmeye sürüklüyor ve dahası geleneksel paradigmalara alternatif yaklaşımlar
geliştirmeye itiyor. Meselemizle bağlantısını koparmayacak bir örnek
bakımından, bilimsel bilgiye erişimde online eğitim (artıları, eksileri başka
bir tartışma konusu olsun) sistemini bir düşünün. Akademinin korunaklı
yapısının ardındaki “mutlu/mesut sakinleri” de dahil edecek şekilde sosyal bir
felaket kapıyı çalana dek, en “ideal yöntem” olarak benimsenmiş metotları
işlevsiz kılıp sizi yeni “ideal” yanıtlar bulmaya teşvik edebiliyor (ya da
zorluyor). Salgın sürecinin zihinlerimizde ürettiği pek çok soruya, izninizle yenilerini
ekleyeyim: “Şu an akademi nerede?”, “Sınırları nerede başlayıp hangi noktada
bitiyor?”. Farkında mısınız bilmiyorum
ancak akademi, olması gereken “ideal” yer dışında bugün her yerde. Kampüs
mekanlarından, milyonlarca evin oturma/çalışma odasına, mutfağına, balkonuna
taşınmış yeni bir akademik alan; inanması güç fakat gerçek. Basitçe birkaç
saatlik online vakit geçirmenin ötesinde, ders gerekçesiyle (veya bahanesiyle
mi diyelim?) her gün akademik dünyadaki o anlatıcının -yani akademisyenlerin-
evine konuk oluyoruz; özel alanına giriyor, bize sunduğu farklı açılardan biriktirmiş
olduğu kültürel sermayesine şahitlik ediyoruz. Yani pandemi koşullarının da
etkisiyle, çağdaş akademik düzene sıklıkla atfedilen suniliği de bir miktar
kırarak, hepimizi sürece dahil eden yeni bir durumu deneyimliyoruz.
Bilim,
toplumdan izole değil toplumsala ilişkin olduğuna göre bu yazının odağına
aldığı meseleye, esasında yanıt mahiyetinde oldukça kıymetli dayanışma
pratikleri de üretebilen şu soruyu dillendirmek herhalde yerinde olacaktır: Bilimsel
bilginin üretildiği, toplumsal ilişkilerin anlamaya ve anlamlandırılmaya
çalışıldığı, bu bağlamda teorilerin ortaya atıldığı, tartışıldığı bir akademik ortamı
ve bu ortamın sınırlarını yeniden düşünmek neden önemlidir? Belki de, evvela kampüs
sınırlarının ve etiketlerin ötesine taşınabilecek alternatif bir akademik alan fikriyle
başlamak gerekiyor. Yani akademiyi ve bu minvalde bilgi paylaşımını doğrudan yaşamın
içine dahil etmek.
Kalıplaşmış
yargılar, önkabuller ve sorgulamaya açıl(a)mayan tabulardan kaynaklı akademinin
(ve bu temelde bilgi/birikim dayanışmasının) gündelik yaşam içerisindeki
konumunu tasavvur etmekte bir parça güçlük çekenler olabilir. Bu mevzuyu bir
kez daha derinlemesine düşünmelerini önermek, herhalde nahoş kaçmayacaktır.
Zira tarihsel süreç, bu kuşkuyu boşa çıkaracak, sıradan insanların ortak
eylemlilikleri ve dayanışma pratikleriyle dolu pek çok delile sahiptir (inanın
ben de tarihsel örneklerin yalancısıyım). Dolayısıyla akademik sınırlar da ortak
eylem olgusundan bağımsız düşünülemez; aksine bazen tam da öznesi olabilecek bir
yeri işgal edebilmektedir. Sözü bu noktaya kadar getirebilmişken, bahsedilmeye
değer yakın dönem örneklerden birine sarılmak yerinde bir tercih olacaktır: İHO.
Toplumdan
beslenerek toplumu besleme
Etimolojik
anlamda bilme sevgisi ve bilgiye duyulan istenç felsefenin temel dayanağını
oluştururken, akademi de söz konusu bilgiye erişme arzusunun somutlaşmış halini
yansıtma rolü iddiası taşır. Peki, toplumsal açıdan bilgiye erişme arzusunu, birikim
paylaşımını ve deneyimsel dayanışmayı –“konforlu” alanların ve “güvenlikli”
sınırların dışına çıkarmak suretiyle-
daha kolay yollardan ulaşılabilen bir ortama dönüştürmek mümkün müdür? Soru,
kamusal açıdan ifade ettiği önemiyle de ele alındığında daha değerli hale geliyor
ve İnsan Hakları Okulu’nun (İHO) amaçladığı durumu ortaya koyan vurgu
vasıtasıyla da yanıtını bulmakta gecikmiyor: “Alternatif bir düzlemde
alternatif bir eleştirel ve akademik alan yaratmak, insan hakları akademisini
sivil topluma taşımak ve sivil toplumdan beslenerek insan hakları çalışmalarını
hem teorik hem de pratik bağlamda geliştirmek ve derinleştirmektir.”
Bir vesileyle, Türkiye'deki farklı eğitim
kurumlarının lisansüstü eğitim programlarından öğrencilerin, araştırmacıların,
sivil toplum aktörlerinin ve akademisyenlerin katılımıyla "Akademik
Özgürlük" temalı İnsan Hakları Yaz Okulu deneyimini yaşayanlardan biri
olma fırsatı yakalamıştım. İyi ki yakaladım. Zihinlerin epey yorulduğu saatler,
günlerce süren heyecanlı tartışmalar… Heyecanlı tartışmalar eşliğinde kurulan
yeni dostluklar… Kurulan dostlukların ateşleyici neticesi olarak birikim
paylaşımı… Bilgi ve birikim paylaşımının umut verici nihai durağına varış, yani
dayanışma ruhunun tesisi… İHO deneyimi, toplumdan beslenme ve bundan elde
edilen kazançla toplumu beslemenin ne kadar kıymetli bir etkileşim/ilişki ağı
doğurduğunu, müşterek bir gelecek tasavvuru ortaya koymayı ve paylaşmanın sahici
anlamını göstermek açısından iyi bir örnektir.
Sonuç
olarak kaçınılmaz bir şekilde, “yeni normal”in çözüm arayışları, “eski normal”e
dair sorgulamaları da kendiliğinden getiriyor. Elbette sözü geçen sorgulama
arzusu yeni bir durum değildir; insanlık tarihi, (hatalarıyla-doğrularıyla)
aynı zamanda kadim bir hakikat arayışı tarihidir. Uzatılabilecek sözün kısası, mümkün
mertebe bizler de bugünden düne sık sık dönüp bakmayı ihmal etmeyelim ve bu
çerçevede “ideal sınırları” gözden geçirelim; mevzubahis sınırların kime ve
nereye ait sınırlar olduğunu anımsamaya çalışalım. Elbette niyetim ziyadesiyle
optimist davranmak değil; bu toz duman hali ortadan kalktığında topyekûn köklü
değişimlerin gerçekleşmesi beklentisine girmek hiç değil, ancak yenilenmiş ruhuyla
başka bir akademik dünya tahayyülünün kapısını aralayacak bu elverişli ortamda
sorgulama hakkımızdan da bizi hiçbir şey alıkoymasın. Bu tefekkür daveti benim,
sınırları yeniden keşfetmeyi düşünmek meşguliyeti sizin olsun.
Hiç yorum yok
Merhabalar