Bir Davet Denemesi: Akademik Sınırları Yeniden Düşünmek


Mehmet Boran
Toplumsal felaketler, can yakıcı olduğu kadar öğretici süreçlerdir. Salgın sürecini de bu minvalde yorumlamak mümkün. Çok değil, yalnızca birkaç ay öncesine dek herhangi bir ortamda dile getirilse, muhtemelen “fantastik bir hayal gücü” diye tanımlanıp üzerine birkaç dakika düşünme gereği dahi hissedilmeyecek olayları bugün gündelik hayatının her anında yaşayanlar, yeni gelişmeleri yeterince düşünsel süzgecinden geçirecek mi bilinmez; ancak bir şeylerin değiştiği, değişeceği aşikar.    

Pandemi hali, problemler karşısında bireyleri, şirketleri, devletleri “bir çare” üretmeye sürüklüyor ve dahası geleneksel paradigmalara alternatif yaklaşımlar geliştirmeye itiyor. Meselemizle bağlantısını koparmayacak bir örnek bakımından, bilimsel bilgiye erişimde online eğitim (artıları, eksileri başka bir tartışma konusu olsun) sistemini bir düşünün. Akademinin korunaklı yapısının ardındaki “mutlu/mesut sakinleri” de dahil edecek şekilde sosyal bir felaket kapıyı çalana dek, en “ideal yöntem” olarak benimsenmiş metotları işlevsiz kılıp sizi yeni “ideal” yanıtlar bulmaya teşvik edebiliyor (ya da zorluyor). Salgın sürecinin zihinlerimizde ürettiği pek çok soruya, izninizle yenilerini ekleyeyim: “Şu an akademi nerede?”, “Sınırları nerede başlayıp hangi noktada bitiyor?”.  Farkında mısınız bilmiyorum ancak akademi, olması gereken “ideal” yer dışında bugün her yerde. Kampüs mekanlarından, milyonlarca evin oturma/çalışma odasına, mutfağına, balkonuna taşınmış yeni bir akademik alan; inanması güç fakat gerçek. Basitçe birkaç saatlik online vakit geçirmenin ötesinde, ders gerekçesiyle (veya bahanesiyle mi diyelim?) her gün akademik dünyadaki o anlatıcının -yani akademisyenlerin- evine konuk oluyoruz; özel alanına giriyor, bize sunduğu farklı açılardan biriktirmiş olduğu kültürel sermayesine şahitlik ediyoruz. Yani pandemi koşullarının da etkisiyle, çağdaş akademik düzene sıklıkla atfedilen suniliği de bir miktar kırarak, hepimizi sürece dahil eden yeni bir durumu deneyimliyoruz.    
  
Bilim, toplumdan izole değil toplumsala ilişkin olduğuna göre bu yazının odağına aldığı meseleye, esasında yanıt mahiyetinde oldukça kıymetli dayanışma pratikleri de üretebilen şu soruyu dillendirmek herhalde yerinde olacaktır: Bilimsel bilginin üretildiği, toplumsal ilişkilerin anlamaya ve anlamlandırılmaya çalışıldığı, bu bağlamda teorilerin ortaya atıldığı, tartışıldığı bir akademik ortamı ve bu ortamın sınırlarını yeniden düşünmek neden önemlidir? Belki de, evvela kampüs sınırlarının ve etiketlerin ötesine taşınabilecek alternatif bir akademik alan fikriyle başlamak gerekiyor. Yani akademiyi ve bu minvalde bilgi paylaşımını doğrudan yaşamın içine dahil etmek.     

Kalıplaşmış yargılar, önkabuller ve sorgulamaya açıl(a)mayan tabulardan kaynaklı akademinin (ve bu temelde bilgi/birikim dayanışmasının) gündelik yaşam içerisindeki konumunu tasavvur etmekte bir parça güçlük çekenler olabilir. Bu mevzuyu bir kez daha derinlemesine düşünmelerini önermek, herhalde nahoş kaçmayacaktır. Zira tarihsel süreç, bu kuşkuyu boşa çıkaracak, sıradan insanların ortak eylemlilikleri ve dayanışma pratikleriyle dolu pek çok delile sahiptir (inanın ben de tarihsel örneklerin yalancısıyım). Dolayısıyla akademik sınırlar da ortak eylem olgusundan bağımsız düşünülemez; aksine bazen tam da öznesi olabilecek bir yeri işgal edebilmektedir. Sözü bu noktaya kadar getirebilmişken, bahsedilmeye değer yakın dönem örneklerden birine sarılmak yerinde bir tercih olacaktır: İHO.

Toplumdan beslenerek toplumu besleme

Etimolojik anlamda bilme sevgisi ve bilgiye duyulan istenç felsefenin temel dayanağını oluştururken, akademi de söz konusu bilgiye erişme arzusunun somutlaşmış halini yansıtma rolü iddiası taşır. Peki, toplumsal açıdan bilgiye erişme arzusunu, birikim paylaşımını ve deneyimsel dayanışmayı –“konforlu” alanların ve “güvenlikli” sınırların dışına çıkarmak suretiyle-  daha kolay yollardan ulaşılabilen bir ortama dönüştürmek mümkün müdür? Soru, kamusal açıdan ifade ettiği önemiyle de ele alındığında daha değerli hale geliyor ve İnsan Hakları Okulu’nun (İHO) amaçladığı durumu ortaya koyan vurgu vasıtasıyla da yanıtını bulmakta gecikmiyor: “Alternatif bir düzlemde alternatif bir eleştirel ve akademik alan yaratmak, insan hakları akademisini sivil topluma taşımak ve sivil toplumdan beslenerek insan hakları çalışmalarını hem teorik hem de pratik bağlamda geliştirmek ve derinleştirmektir.”
 Bir vesileyle, Türkiye'deki farklı eğitim kurumlarının lisansüstü eğitim programlarından öğrencilerin, araştırmacıların, sivil toplum aktörlerinin ve akademisyenlerin katılımıyla "Akademik Özgürlük" temalı İnsan Hakları Yaz Okulu deneyimini yaşayanlardan biri olma fırsatı yakalamıştım. İyi ki yakaladım. Zihinlerin epey yorulduğu saatler, günlerce süren heyecanlı tartışmalar… Heyecanlı tartışmalar eşliğinde kurulan yeni dostluklar… Kurulan dostlukların ateşleyici neticesi olarak birikim paylaşımı… Bilgi ve birikim paylaşımının umut verici nihai durağına varış, yani dayanışma ruhunun tesisi… İHO deneyimi, toplumdan beslenme ve bundan elde edilen kazançla toplumu beslemenin ne kadar kıymetli bir etkileşim/ilişki ağı doğurduğunu, müşterek bir gelecek tasavvuru ortaya koymayı ve paylaşmanın sahici anlamını göstermek açısından iyi bir örnektir. 

Sonuç olarak kaçınılmaz bir şekilde, “yeni normal”in çözüm arayışları, “eski normal”e dair sorgulamaları da kendiliğinden getiriyor. Elbette sözü geçen sorgulama arzusu yeni bir durum değildir; insanlık tarihi, (hatalarıyla-doğrularıyla) aynı zamanda kadim bir hakikat arayışı tarihidir. Uzatılabilecek sözün kısası, mümkün mertebe bizler de bugünden düne sık sık dönüp bakmayı ihmal etmeyelim ve bu çerçevede “ideal sınırları” gözden geçirelim; mevzubahis sınırların kime ve nereye ait sınırlar olduğunu anımsamaya çalışalım. Elbette niyetim ziyadesiyle optimist davranmak değil; bu toz duman hali ortadan kalktığında topyekûn köklü değişimlerin gerçekleşmesi beklentisine girmek hiç değil, ancak yenilenmiş ruhuyla başka bir akademik dünya tahayyülünün kapısını aralayacak bu elverişli ortamda sorgulama hakkımızdan da bizi hiçbir şey alıkoymasın. Bu tefekkür daveti benim, sınırları yeniden keşfetmeyi düşünmek meşguliyeti sizin olsun.


Hiç yorum yok

Merhabalar

Blogger tarafından desteklenmektedir.